Hatimoğulları’ndan çözüm süreci için yeni komisyon önerisi: Hakikatleri Açığa Çıkarma ve Yüzleşme Komisyonu mutlaka olmalı

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, çözüm sürecine ilişkin olarak yaptığı değerlendirmede barışın kalıcı olması için hukuki zeminde düzenlemenin ‘şart’ olduğunu belirtti. Hatimoğulları, “Barış, silahların sustuğu gün değil; hakikatin konuştuğu gün başlar. Biz unutmakla değil, hatırlamakla var olan bir siyasetten geliyoruz. Bu süreçle birlikte Meclis’te uzun yıllar çalışma yürütecek Hakikatleri Açığa Çıkarma ve Yüzleşme Komisyonu mutlaka olmalıdır. Bu sürecin pozitif olarak ilerlemesi ile birlikte bizlerin elbette böyle önermeleri olacak. Çünkü bizler biliyoruz ki üzeri kapatılan her yara, içeriden çürür ve tüm bedeni zehirler” ifadelerini kullandı. 

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, Terörsüz Türkiye sürecini dair bianet’e değerlendirmelerde bulundu. 

Çözüm sürecinin devam etmesi ve barışın kalıcı olması için hukuki zemine ihtiyaç olduğunu belirten Hatimoğulları, PKK lideri Abdullah Öcalan‘ın şartlarının iyileştirilmesi gerektiğini söyledi. 

 Korku değil cesaret, güvensizlik değil özgürlük rehberimiz olmalı”

Devlet Bahçelinin Terörsüz Türkiye” çağrısı siyasette yeni bir dönemin kapısını araladı. DEM Partinin bu süreci Demokratik Türkiye” olarak tanımlaması, topluma nasıl bir fark ve umut sunuyor?

1 Ekim tarihi, Türkiye yakın tarihinde çok önemli bir siyasal eşiktir. Kürt sorununu terör sorunu gibi ele almak yanlıştır. Kürt sorunu siyasal, ekonomik, kültürel, sosyolojik bir sorundur. Bu çerçeveden ele alınmalıdır, fakat devlet kanadında güvenlik daha ön planda tutuluyor ve barışa güvenlik perspektifinden bakılıyor. Bu barışa pozitif katkı vermez.

DEM Parti olarak bizler, bu tartışmanın dar bir güvenlik perspektifine sıkıştırılmaması gerektiğini, sorunun kalıcı çözümünün ancak ve ancak Türkiye’nin topyekûn demokratikleşmesiyle mümkün olacağını ifade ediyoruz.

Toplumsal haklar ve bunun sağlayacağı zemin, daha sahici bir güvenlik alanını otomatik oluşturacaktır.

Böylesi tarihi bir fırsat penceresinde güvensizlik ve korkuyu değil, özgürlük ve cesareti rehber edinmek daha hakiki olacaktır. Gelecek umudunu ve bu umudu gerçeğe dönüştürecek somut bir yol haritasını ancak buradan kurabiliriz.

“Barış, tek bir kapıdan girilen salon değildir”

Hem bir siyasetçi hem de barış mücadeleleri içinde yer almış bir kadın olarak görüyorum ve o nedenle soruyorum. Sizde bu sürecin samimi bir başlangıç olduğuna dair bir güven duygusu oluştu mu? Bu güvenin toplum nezdinde tesis edilebilmesi için hangi somut adımların atılması gerekiyor?

Güven kısmına dair sorunuzun ağırlığını ve derinliğini anlıyorum. Barışa dair ufacık bir ışık bile varsa bunu umut olarak görmek lazım. Çünkü barış, umut etmekle başlar ve bizim her daim umudumuz var. Umudumuz var; çünkü biz mücadele insanlarıyız, mücadele geleneğiyiz. Ve tarih boyunca verdiğimiz mücadeleye güveniyoruz.

Güven konusunu da inşa etmek lazım. Güven yoksa da barış için o şartları sağlayacak ortam için emek vermek lazım.

Biraz daha açarsam; bizim umudumuz, muhataplarımızın samimiyetine endeksli bir umut değil. Bizim umudumuz, bu ülkenin halklarının barışa, demokrasiye ve ortak bir geleceğe duyduğu derin özlemden besleniyor.

Bu yüzden biz, her bir diyalog çağrısını, her bir barış ihtimalini, ne kadar cılız olursa olsun, sorumluluğumuzun bir gereği olarak ciddiye alırız. İnandığım şey bu…
Diğer yandan, samimi şekilde ifade etmek gerekirse tüm toplum gibi bende de samimiyet aşaması ilk olarak “temkinli bir umut” olarak filizlendi. Çünkü çok keskin bir geçişle başladı hikaye.

Bir de hayatımız boyunca deneyimlediğimiz ve söylediğimiz şey “söz yetmez, eylem ister” olunca, elbette sözlerin arkasının nasıl doldurulacağına bakmak gerekiyor. Henüz eylem kısmına geçmemiş bir sürece toplum doğal olarak temkinli yaklaşır.

Şunu kabul edelim; barış, tek bir kapıdan girilen salon değildir. Hukukun, demokrasinin, hakikatin ve özgürlüğün dört ayağını oluşturduğu bir masadır. O masa kurulursa, toplumun kalbinde güven dediğimiz o kırılgan güvercin konar ve artık kaçmaz.

Kadınların eliyle örülen, siyasetin ritmiyle topluma taşınan, hukukun diliyle yazılan ve Meclis’in gözüyle denetlenen ve yasalaşan bir süreçte, elbette “temkinli umut” yerini işte o zaman hak edilmiş bir güvene bırakır.

Somut atılacak adımlarla ilgili onlarca madde sayabilirim. Fakat aciliyeti olan birkaç şey var. Birincisi dilin değişmesi gerekir. Barış etiğini korumak gerekiyor.

İkincisi, baş aktör olarak Sayın Öcalan’ın özgür çalışma ve yaşam koşulları düzeltilmelidir. Dünyada bunun bir örneği yok. Hücrede, ayda bir görüşülen bir başmüzakereciden yüz yıllık sorunları çözmesini bekleyemezsiniz. 
Üçüncüsü, ana muhalefet partisinin ve demokratik siyasetin üzerindeki baskı son bulmalıdır. Bir yandan barıştan söz edip diğer yandan seçilmiş belediye başkanlarının yerine kayyım atanamaz. Seçilmişler siyasi kararlarla hapishanelerde tutulamaz.

Cezaevlerinde dağ gibi büyümüş sorunlar çözümsüz bırakılamaz. AİHM ve AYM kararları uygulanmalıdır. Önemli güven artırıcı adımlardan biri bu olur. Sevgili Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ, Osman Kavala, Can Atalay bir an önce özgürlüğüne kavuşmalı.

Dördüncüsü başta yerel demokrasi olmak üzere, kültür ve dil alanında da sahici adımlara ihtiyaç var. Tüm bunlar aslında ara geçiş yasaları dediğimiz durumları da kapsıyor.

Anayasa konusu gündeme hiç gelmedi”

Bir söyleşinizde Pozitif barışa geçilmesi için elimizden geleni yapacağız” diyorsunuz. Bu ifadeyle kastettiğiniz tam olarak nedir? Barışın yalnızca silahsızlanma değil, toplumsal onarım ve adaletle birlikte inşa edilmesi gerektiğini düşünüyor musunuz?

Literatürde negatif barış ve pozitif barış ayrımı var. Negatif barış silahların sustuğu, çatışmaların olmadığı bir momente işaret ediyor. Pozitif barış ise silahların susmasını kalıcı hale getirmeye, demokratik entegrasyonu sağlayacak hukuki teminatları hayata geçirmeye yönelik çalışmaların olduğu momente işaret ediyor.

Pozitif barış aşaması silahsızlanmanın kalıcı hale getirildiği demokratik bir siyasal düzenin inşa edilmesi, geçmişle yüzleşme sağlanarak hakikatlerin ortaya çıkarılması ve onarımı, toplumsal barışı tehdit eden eşitsizliklerin ortadan kaldırılması gibi önemli alt başlıkları olan bir aşamayı ifade ediyor.

Yeni Anayasa tartışmaları son dönemde yeniden gündemin merkezine yerleşti. DEM Partinin bu konuda özel bir hazırlığı ya da yol haritası var mı? Siz yeni bir anayasa tartışmasını Türkiyenin demokratikleşmesi açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?

Şunu belirtmeliyiz ki şu ana kadar anayasa konusu gündeme hiç gelmedi ve Mecliste oluşturulan komisyonun da açıkladığı üzere bu komisyonun görevi anayasa yapmak değil.

Elbette ki Türkiye’nin demokratik bir anayasaya ihtiyacı var. Demokrasi ve özgürlüklerden yana, bunları gerçek anlamda koruyan bir toplumsal sözleşmeye ekmek-su kadar ihtiyacımız var. Bu konuda parti olarak her zaman hazırlıklarımız ve önerilerimiz oldu. ‘Nasıl bir anayasa’ sorusuna en hazırlıklı parti biziz.

İkincil bir durum olarak, şunu da ifade ettik. Yeni Anayasa, çatlakları boya ile kapatacağımız bir duvar değil, evin taşıyıcı kolonlarını elden geçirecek bir kurucu süreçtir. Toplumun evet dediği bir anayasada biz de olacağız. Anayasa sadece DEM Parti’nin sorunu veya işi değil. Herkesin dahil olduğu bir süreç olmalı.

Bu süreçte bizim tarafımız da tavrımız da nettir. Biz toplumdan yanayız. Biz hukuk, demokrasi ve özgürlüklerden yanayız. Aksi tüm hallerinde biz de olmayız.

Özetle bizim anayasa tasavvurumuzun merkezinde, bir metinden öte, “yeni bir toplumsal sözleşme” fikri yatıyor. Bu sözleşmede yeni ne yazılacağı kadar, nasıl yazılacağı da bir o kadar önemlidir.

Anayasa, bu ülkede yaşayan tüm halkların, inançların, kadınların, gençlerin, emekçilerin, ekolojistlerin yani toplumun tüm canlı dinamiklerinin katıldığı, müzakere ettiği ve nihayetinde “Evet, bu benim anayasamdır” dediği bir toplumsal mutabakatla yapılmalıdır. Bizim de evet diyeceğimiz anayasa işte budur.

“Adaleti sağlanmamış hiçbir acı zamanla küllenmez”

Daha önceki çözüm sürecinde gündeme gelen Hakikatleri Araştırma Komisyonu” ve Yüzleşme Komisyonu” gibi mekanizmalar bugün neden konuşulmuyor? Sizce barışın kalıcı olması için bu tür yüzleşme ve hakikat arayışlarına yeniden ihtiyaç var mı?

Barış süreçleri çok katmanlı süreçlerdir. Adım adım örülmesi gereken süreçlerdir. Sürecin çok başındayız. Somut bazı adımlar atılması gerekiyor. Bundan ötürü de hukuki zemin şu an en acil alan olmaktadır. Hukuki ve yasal zemin örüldüğünde diğer katmanlara da geçebiliriz. Çünkü kalıcı barış için hakikat ve yüzleşmeye yeniden ihtiyaç var, hem de ertelenemez biçimde.

Şuna inanıyorum: Barış, silahların sustuğu gün değil; hakikatin konuştuğu gün başlar. Biz unutmakla değil, hatırlamakla var olan bir siyasetten geliyoruz.

Sorunuzun ikinci kısmına gelirsek, bu tür mekanizmalara yeniden ihtiyaç var mı? Şüphesiz… Bu süreçle birlikte Meclis’te uzun yıllar çalışma yürütecek Hakikatleri Açığa Çıkarma ve Yüzleşme Komisyonu mutlaka olmalıdır. Bu sürecin pozitif olarak ilerlemesi ile birlikte bizlerin elbette böyle önermeleri olacak. Çünkü bizler biliyoruz ki üzeri kapatılan her yara, içeriden çürür ve tüm bedeni zehirler.

Adaleti sağlanmamış hiçbir acı zamanla küllenmez, nesilden nesile aktarılan bir öfkeye dönüşür. Geçmişiyle yüzleşmeyen bir toplum, aynı kâbusu tekrar tekrar görmeye mahkûmdur. Barışın bir işlevi de bunun en uygun yol ve yöntemlerini bulmaktır. Bunun için zaman ve zemin gerekiyor.

Barış bu toprakların ortak değeridir”

DEM Parti barışın toplumsallaşması gerektiğini söylüyor. Bu toplumsallaşma nasıl mümkün olabilir? Ankara merkezli görüşmelerin ötesinde, halkla doğrudan temas, bölgelere gitmek, yerel katılım mekanizmaları oluşturmak gibi adımlar planlıyor musunuz?

22 Ekim’den beri on binlerce eve ulaştık. Yüzbinlerce insanla birebir buluştuk. Karadeniz’den Akdeniz’e, Marmara’dan İç Anadolu’ya ve tabii bölgenin her bir köşesinde yüzlerce halk buluşması gerçekleştirdik. Evlerde, iş yerlerinde, sokaklarda barışın toplumsallaşması için mücadele ettik. Bugün halk büyük yoksulluğa, çoklu krizlere rağmen barış umuduna tutunmuşsa bunun en önemli nedenlerinden biri partimizin yaptığı halk çalışmalarıdır.

Ayrıca Türkiye’deki emek meslek örgütleri, demokratik kitle örgütleri, STK’lar, kadın hareketi, gençlik hareketi, ekoloji hareketinden temsilcilerle de sayısız toplantılar yaparak, sürece ilişkin değerlendirmeler yaparak görüş alışverişinde bulunduk.

Elbette biz “yeterli” diyerek köşesine çekilen bir gelenekten gelmiyoruz. Daha fazla buluşmalar gerçekleştirmeli, gitmediğimiz tek bir kesim kalmayana kadar barışı anlatmaya devam etmeliyiz. Bu çalışmayı kuşkusuz diğer partiler de yapmalıdır. Gitmediğimiz tek bir mahalle veya ev varsa, bu bizim eksikliğimiz demelidir. Barış bu toprakların ortak değeridir. Barışı toplumsallaştırarak bu topraklarda hakiki bir barışı ancak tesis edebileceğimizin farkındalığı ile; bu ortak değer etrafında milyonlar olarak buluşup toplumsal barışı birlikte inşa edeceğiz.

“Umut hakkı sürecin oksijenine dönüşebilir”

DEM Parti olarak sık sık umut hakkı”, infaz düzenlemeleri ve yerel yönetim reformları gibi başlıklara vurgu yapıyorsunuz. Bu düzenlemelerin barış süreciyle ilişkisini nasıl kuruyorsunuz? Mevcut hukuk çerçevesi değişmeden kalıcı bir barış mümkün olabilir mi?

Hukuk konuşulmaya başlandığında, barıştan da söz edilebilir. Bu bahsettiğiniz başlıkların barışla ilişkisi çok somuttur. Mesela umut hakkı evrensel bir haktır. İnfaz adaleti olmadan toplum adalete ikna olmaz; yerel demokrasi olmadan ortak vatan duygusu kök salmaz. Barışı kalıcı kılan, ceza ve güvenlikten ibaret bir durum değil; hak, hukuk ve temsilin ürettiği rızadır. Açık söylüyorum, umut hakkı sürecin oksijenine dönüşebilir.

Bu anlamda umut hakkı ve adil bir infaz düzenlemesi talebimiz, aynı zamanda barışın vicdani ve ahlaki zeminini de oluşturur.

Düşünün ki, bir yanda toplumsal barıştan, yeni bir başlangıçtan söz edeceksiniz; diğer yanda sadece düşüncelerinden ve eksik yasalardan ötürü on binlerce insanı, en temel insani haklardan mahrum bırakarak, ayrımcı bir infaz rejimiyle cezaevlerinde tutacaksınız.

Daha da ötesi, bu sorunun çözümünde kilit rolü olan bir aktörü, Sayın Öcalan’ı, ömür boyu tecrit altında tutan, insani her türlü teması yasaklayan ve umut hakkını dahi elinden alan bir hukuksuzluğa göz yumacaksınız. Bu doğru değil. Sayın Öcalan’ın rolünü esastan oynasın talebi varsa boş havuzda yüzmeye kimse davet etmemelidir.

Mevcut hukuk çerçevesi değişmeden kalıcı bir barış mümkün olmaz. Çünkü mevcut hukuk, barışın değil, savaşın ve çatışmanın devamı üzerine kurgulanmıştır. Vatandaşına potansiyel bir suçlu olarak bakan, farklılıkları bir tehdit olarak kodlayan ve güvenliği özgürlüğe tercih eden bir hukuk nasıl işlevsel olabilir?

“Masadaki asıl önemli şey: İlkeler ve çözümler”

Bazı kesimler (bence art niyetli ve önyargılı kesimler) bu sürecin, Erdoğan’ın üçüncü kez seçilmesi için zemin hazırladığı görüşünde. Siz bu iddialara ne diyorsunuz? DEM Parti bu tür politik manipülasyon algılarını nasıl kırmayı planlıyor?

Türkiye siyasetinin flu ve güvensiz ikliminde, atılan her adımın altında bir art niyet, her diyalog çağrısının ardında bir siyasi manevra aranması ne yazık ki olağan hale gelmiş durumda. Bu iklimi iktidarın kendisi yarattı, bunun altını çizelim.

Sizin de belirttiğiniz gibi, önyargılarla beslenen bu tür iddiaların varlığının farkındayız. Ancak bizim siyasetimiz, başkalarının niyetini okumak ya da senaryolar üzerine fal bakmak üzerine kurulu değil, olamaz.

Açık şekilde ifade edelim: DEM Parti, tek bir kişinin iktidarını uzatmak ya da bir Anayasa maddesini pazarlık konusu yapmak gibi dar ve pragmatist bir siyasetin asla parçası olmamıştır, olmayacaktır. Bizim derdimiz kişiler değil, sistemin kendisidir.

Türkiye’nin en önemli meselesi olan Kürt meselesi, kişisel durumlara peşkeş çekilecek bir başlık değildir. Biz milyonların geleceği için çalışıyoruz.

Kimin ne niyetle masaya oturduğundan ziyade, o masaya hangi ilkelerin ve hangi çözüm önerilerinin konulduğuyla ilgileniyoruz. Bu tür politik manipülasyon algılarını kırmanın yolu elbette laf üretmek değil, tutarlı, ilkeli ve şeffaf bir siyaset pratiği ortaya koymaktır. Şimdiye kadar bunu yaptığımızı düşünüyorum.

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir